Şu sıralar pek popüler bir laf algı yönetimi. Neredeyse tüm haber kanalları, tüm siyasi yayın yapan haber siteleri, gazeteciler, hepsinin dilinde bir algı yönetimidir gidiyor. Peki gerçekte algı yönetimi nedir, nasıl yapılır? Markamızın başına bir kriz geldiğinde algı yönetimini nasıl yapabiliriz?
Öncelikle geleneksel medyanın ve sosyal medyanın şu anki durumundan bahsetmek gerekiyor. Yalan Haberleri Paylaşmayı Neden Seviyoruz? adlı makalemde yalan haberlerin sosyal ağlarda ve geleneksel medyada nasıl hızlıca yayıldığından bahsetmiştim. Sosyal medyada yalan haberlerin gırla olduğunda hepimiz hemfikiriz fakat işin geleneksel medyada daha az olduğu düşüncesine kapılanlar çok oluyor.
Müftünün tipinden olsa gerek ne zaman benzeri bir haber servis edilecek olsa bu abimiz yayınlanıyor.
Tahmin edebileceğiniz üzere iddianın yalan olduğu haberi, habere göre yüzbinlerce kat daha fazla okundu. İddiayı görenlerin neredeyse hiç birinin yalanlamadan haberi yok. İşin ilginç hikayesi ise şu; İran’lı bir haber ajansı konuyu haber yapıyor. (İran-Suudi Arabistan çekişmesi) Bu haberi Türkiye’de ilk Hürriyet görüyor. Gördükten 3 dakika sonra ise haberi kaldırıyor. Şu anda baksanız göremezsiniz. Amma onlar kaldırana dek yüzlerce haber sitesi Hürriyet’in haberini alıp kullanıyor. Eğlenceli de bir konu olduğundan kısa süre içerisinde viralleşiyor.
Abi yeni duyduk yengeyi kavurma yapmışlar.
— Önder Şeren (@onderseren) 9 Nisan 2015
Aslında bu haber İran’ın Suudi Arabistan’ı dini konularda itibarsızlaştırma çalışmalarından biriydi. Tipik bir algı yönetimi çalışmasıydı. Bu tür haberler için artık ciddi ciddi kaynaklara, ikincil doğrulamalara gerek yok. Bazen bir tweet bile yetebiliyor. Cem Garipoğlu’nun Irak’a kaçtığı iddiasını bir tweeti kaynak gösteren Kanal D, konuyu ana haber bültenine taşımıştı. Ekran görüntüsünü aşağıdaki sunumda da görebilirsiniz.
Markalara yönelik en bilinen algı yönetimi çalışmalarından birinden bahsedeceğim şimdi. Danone. Her şey bir ekşisözlük entrysi ile başladı. Henüz ortada sosyal ağlar yokken, mail yoluyla yayılan bir yalanlar silsilesiydi bu ve Danone tamamen altında kaldı. Ekşisözlük entrysi de aslında bir Alman forumundan içeriği almıştı. Bir profesörün yaptığı araştırmaya dayandırılan bir araştırma sonucuydu içerik. Aslında gerçekten öyle bir profesör vardı ama bir araştırma yapmamıştı. Araştırmaya göre Fransızlar, Türk çocukları zeka geriliği yaşasın diye Danone ürünlerine özellikle kötü maddeler katıyordu. O dönem Fransız karşıtlığının da artmasıyla birlikte bu mesajı gören her insan listesinde ne kadar e-mail varsa, maili forwardladı. Halen bu haberi bir çok anne hatırlar ve çocuğuna Danone almaz.
Kendilerine sorsanız çok başarılı bir kriz yönetimi yürüttüklerini söylerler sanıyorum ancak bugün olaylara bakınca tam bir felaket olduğu anlaşılıyor. Mesaj ilk yayınlandığında “İnternet’teki bir mesaj ne kadar güvenilir olabilir ki?” bakış açısıyla hiç önemsenmemiş, bir yıldan uzun bir süre görmezden gelinmiş. Bakmışlar ki insanlar inanıyor, olay büyüyor, (bence çok yanlış bir seçim) Ayşe Özgün’lü reklam filmleri yayına soktular.
Tabi bununla da kalmayıp binlerce anneyi fabrikalarına çağırıp gezdirdiler. Fakat atladıkları bir şey vardı. Kendisine gelen maili yüzlerce arkadaşına forwardlayan anneler, fabrikayı gezdiklerini ve bir sıkıntı görmediklerinin mailini kimseye göndermediler. Kriz yönetiminin belki de birinci sıradaki kuralını unutmuşlardı. Krize çıktığı platformda karşılık vermelisiniz. Bu krizi çözmenin en etkili yolu benzer bir mail zinciri oluşturarak cevap vermekti. Ancak bunu yapamadılar.
Hali hazırda devlet kurumlarının da benzer operasyonlara tabi tutulduğunu ve bu konuda hiç bir şey yapmadıklarını görüyoruz. En taze iki örnek: Diyanet ve Tübitak.
Düşünsenize, bu görseli görmeyen tek bir insan evladı kaldı mı Türkiye’de? Peki Tübitak’tan tek bir açıklama geldi mi konuyla ilgili? Resmi bir açıklama yapıldı, bu bir hayal ürünüdür diye ama asıl sormak istediğim şey şu; kaç kişi gördü bu açıklamayı? Kimsenin görmediği açıklama, açıklama sayılır mı? Günün sonunda milyonların aklında şu var: “TÜBİTAK papaz eriğini imam eriğine çevirme projesi için kaynak harcadı, zaman harcadı.”
Profesyoneller bu operasyonlar için ekipler kuruyor. Hem marka dünyasında hem de siyasi dünyada çok sık karşılaştığım türden çalışmalar bunlar. Bazen insanlara gerçekten bunlarla uğraşılıyor olması hayal ürünü gibi geliyor ancak bu bir gerçek. Gerçekten benzer çalışmaları finanse eden kuruluşlar var. Özellikle gündelik siyaset alanında gerçekten mide bulandırıcı çalışmalar ve teklifler alıyor, görüyor, duyuyorum. Bu alanda tekrar bahsetmeden geçemeyeceğim, teyit.org gibi yapılanmaların kurumsallaşması, çoğalması süreç için çok önemli. Ciddi manada medyada neye inanacağımızı şaşırdığımız bir dünyaya doğru gidiyoruz ve bu gidişatın sonu hiç iyi değil. Sadece yalan haberlerin üretildiği, yayıldığı, insanların kandırıldığı bir platformun sonu büyük ihtimalle sansür ve kısıtlamalarla bitecek.
Sosyal ağlardaki özgürlüğümüzü koruyabilmek, medyayı özgürce takip edebilmemiz için genel bir çağrıdır bu. Lütfen tespit ettiğiniz yalan haberleri, kimi savunuyor, kimi yeriyor olursa olsun, paylaşın. Ekosistemin kendi kendine bu yalan işini çözebiliyor olması lazım. Aksi takdirde Çin’deki gibi bir şey paylaşmadan önce bir devlet görevlisinin içeriğimizi onaylamasını bekleyeceğimiz günler yakın gibime geliyor.
Olayların hukuki yaptırımına bel bağlamak neredeyse anlamsız. Çoğu zaman çıkış kaynağını ve kimin yaptığını çözemediğimiz bir sistem bu. Çözülse dahi, bugüne dek gördüğüm örneklerde hukuki bir yaptırıma rastlamadım. Yapanlar bir şekilde bir yolunu buluyor.
Kurumunuzun Yeni Medya Eğitimi ile yeni medyadaki tehditleri ve fırsatları öğrenmesini ister misiniz?